10 Ocak 2011 Pazartesi

Akşamları Kitap Okuma / Hasip TURAN


AKŞAMLARI KİTAP OKUMA

İlk okul üçüncü sınıftan beri kitap okumak bir tutku halini almıştı bende. Bu nedenle kitapsız duramıyordum. Her zaman olduğu gibi köyde de mesai saatlerimin dışında ve tatil günlerimde devamlı kitap okuyordum. Benim kitaba düşkünlüğümü Karderelilerin hemen hemen hepsi bilirdi. Bazıları da gecenin çok geç vaktine kadar ne okuduğumu merak eder sorular sorardı bana. Bir akşam köy odasında otururken orada bulunanlara "size kitap okusam dinler misiniz" diye bir soru yönelttim. Hiç tereddüt etmeden “sormana ne gerek var hocam sen okudun da biz dinlemeyiz mi dedik. Bu güne kadar yapmadığın bile büyük eksiklik” dediler. Raflardaki kitaplardan gelişi güzel birini aldım ve yüksek sesle okumaya başladım. Bir iki saat okuduktan sonra, ertesi akşam devam etmek üzere evime gittim. İkinci akşam dinleyici sayısında üç-beş kişilik bir artış gördüm. Bu durum gün geçtikçe okuyucu sayısını arttırdı. Her akşam köy odası tıklım tıklım doluyordu. Bundan hem ben hem de dinleyiciler çok memnunduk. Bu grubun içine çok geçmeden köyün imamı da dahil oldu. Hatta Camiye bitişik olan köy odasında okuma yaparken, imam, akşam ve yatsı ezanlarını aceleyle okur, telaşla namazı kılar/kıldırır (doğrusunu isterseniz tek başına namazı kılar) hemen odaya gelirdi. Bu kadar çabuk kılınılan namaz oradakiler tarafından gülüşmelere ve esprilere konu olurdu. İmam namazdan dönünce tamam öğretmen kaldığımız yerden devam edelim der, ben de kaldığımız yerden okumaya devam ederdim.

Bir zaman sonra okuma şeklimi değiştirdim. Orada bulunanlara bir öneride bulundum. Ben, kesintisiz yirmi/yirmibeş dakika okuyacaktım, on dakikalık bir çay arası verecektim. Yalnız bu on dakika içinde hem herkes çay içecek hem de beş kuruş olan çaya yedi buçuk kuruş ödeyecekti. Beş kuruş köyodasının kasasında kalacak, iki buçuk kuruşlar da biriktirilip, biriken parayla yeni kitaplar alınacaktı. Bu önerim hiç itirazsız oybirliğiyle kabul edildi. Maaşımı almak için Kemah’a indiğimde Erzincan’a gider Milli Eğitim Bakanlığı Kitapevinden öğretmenlere yapılan tenzilatlı satışlardan yararlanarak ve biraz da kendim katkıda bulunarak yeni kitaplarla köye dönerdim. Ayrıca, bu on dakika dinlenme arasında ben,okuduğum sayfaların kısa bir özetini yapardım. Böylelikle okunulan çok daha rahat bir şekilde anlaşılır olurdu. Diğer taraftan metinde geçen bazı sözcüklerin anlamlarını ya dinleyenlere ben, ya da dinleyenler bana soruyordu. Bu sözcüklerin anlamlarını bilenler var mı diye önce, dinleyenlere soruyordum. Bilenler doğru yanıt verirlerse birer tümce içinde kullanmalarını istiyordum. Yanlış bilenler ya da bilmeyenler için doğrusunu ben açıklıyor, bir örnekleme yaparak o sözcüğü bir tümce içinde kullanıyordum. Bu sistem dolaylı olarak oradaki arkadaşların bir dil eğitiminden geçmesine neden oluyor ve sözcük dağarcıklarını zenginleştiriyordu. Meramlarını kısa, özlü ve düzgün bir Türkçeyle  anlatabilme yetenekleri gelişiyordu.

Köy odasının içinde uzun uzun masalar ve bu masaların her iki tarafında oturulacak banklar vardı. Bankların arasında ve sokağa bakan pencerenin önünde de benden önce odaya getirilip konulmuş ağaç fidanları ve çuvallar içinde dikilmek için badem ve cevizler vardı. Bazı fidanların kökleri küflenmeye yaprakları aşırı derecede sararıp kelleşmeye başlamıştı. Çuvalların içindeki badem ve cevizler de gün geçtikçe azalıyordu. Çuvalların üstüne oturan bazı gençler çuvallarda açtıkları deliklerden usul usul ceviz ve bademleri tırtıklayıp ceplerine dolduruyor, dışarıya çıkınca da bunları kırıp yiyiyorlarmış.

Yine böyle bir okuma akşamında arkadaşlara “ Kim bu fidan, ceviz ve bademlerin ekiminde bana yardımcı olursa onlara çay kaynatacağım” dedim. Benim bu önerim önce bir kahkaha tufanıyla karşılandı. “Bu o kadar ucuza olmaz hoca” diye bir espriyle itiraz edenler oldu. Fakat hemen arkasından bazıları benden bir horoz, bir diğeri bir kilo şeker, bir paket çay da benden derken bir liste hazırladım. Çay, şeker, bulgur, un, tavuk, horoz,yağ derken listemiz hayli kabardı. Bunlara ilaveten karıkları açmak için pulluk, saban, kazma, kürek, at ve katırlar...  iş bölümü ve organize yapıldı. Yemekler, çaylar ve un helvası için gerekli araçlar da sağlanmış oldu. Tüm hazırlık ve organize birkaç saat içinde eksiksiz olarak tamamlandı.

Ertesi gün sabahın erken saatlerinde yetişkinler “GALA” denilen ekim yapılacak yerin yolunu tutmuşlardı. Mesai saati başlayınca ben de tüm öğrencilerimle “GALA”nın yolunu tuttum. Çocukların görevi açılan çukurlara dikilecek badem, ceviz ve fidanları dağıtmak susayanlara su taşımaktı. Bir yandan ocaklar yakılmış, bu ocakların üzerine konulan kazanlardan bazılarında kesilen ve temizlenen tavuklar, horozlar, bazılarında bulgur pilavı ve un helvası pişiriliyordu. Tabii bu arada çayların demlenmesi de ihmal edilmiyordu.

Aşağıda, köyde yaşlılar, hastalar, hamileler ve küçük yaştaki çocuklardan başka hiç kimse kalmamıştı. Yukarıdakiler de büyük bir coşkuyla arı gibi çalışıyorlar, dikim işlerini gerçekleştiriyorlardı. Kısa zamanda ekim işleri tamamlandı kurulan sofralarda gruplar halinde yemekler yenildi, çaylar içildi. Yorgun fakat büyük bir mutlulukla akşama doğru köy yoluna koyulduk. 
Yaşamımın unutulmaz ve en mutlu olaylarından birini işte o gün yaşadım. O gün yaşanan bu mutlu olayın fotoğraflarını yıllar sonra gördüğümde de aynı mutlu duyguları hissettim.

Hasip TURAN

Hiç yorum yok:

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...