ÜÇÜ BİR ARADAGediktepe köyünden, Seringöze köyüne giden yol Kardere’nin ortasından geçiyordu. Bu yol, köyün yamaçlarındaki eriyen kar ve yağmur suları köyün alt tarafındaki tarlalarda dağılan bir dereyle yine köyün içinde kesişiyordu. Yazın, kuru ve tozlu, kışın, karla kaplı, ilkbaharda da çamurlu oluyordu bu yol. Bir gün, öğrencilerimle baştan başa bu yoldaki taşları ve diğer engelleri temizledik. Köylüler, benim bu yaptığıma önce şaşırdı sonra da arkamdan fısıltılarla eleştirdiler.
Bir başka gün okula bir anne geldi. Bu annenin iki çocuğu vardı. Biri benim öğrencim, diğeri de zannedersen üç, dört yaşlarındaydı. Hatırlayabildiğim kadarıyla iki yıl kadar önce eşini kaybetmiş, bir duldu. Bana, “ Hocam, köyün içinden geçen dere, benim tarlamın içinden geçiyor. Dere suları, tarlamın toprağını aşağılara götürüyor, tarlamdaki ve yamaçlardan sürüklediği taşları da tarlamda bırakıyor. N’olursun birgün çocuklarla tarlamdaki taşları toplatı verir misin? Bunu benim tek başıma yapmam hem çok yorucu olur hem de günlerce sürer. Eğer sen bana bu iyiliği yaparsan, ben de sana “ağız” yapacağım, dedi” Anne, bunları anlatırken ilkokul yıllarımı anımsadım. Ben de ilkokulu köyde bitirmiştim.
Doğduğum köyün adı “Zeytindağ’dı” isminden de anlaşılacağı gibi köyümün çevresindeki tepeler, yükseltiler zeytin tarlalarıyla çevriliydi. Köyümüzde gözleri kör, ak sakallı ve çok yaşlı bir Emin Dede vardı. Öğretmenlerimiz her yıl zeytinlerin toplanma zamanında okulun tüm çocuklarını Emin Dedenin tarlalarına götürür onun zeytinlerini toplatırdı. İki yüz elli, üç yüz çocuk tarlada tek zeytin bırakmadan bir kaç saatte zevkle ve yarış içinde zeytinleri toplardık. Çocukların topladığı zeytinleri gönüllü olarak yardıma gelen gençler çuvallara doldurur, gerekli olan yere teslim ederlerdi. Biz çocuklar, yaptığımız bu işten gururlanırdık. Anne ve babalarımız da yaptığımız işin iyilik ve sevap olduğunu söyler bizi başkalarına yardıma teşvik ederlerdi.
Öğretmen olduktan sonra, öğrencilere sosyal yardımlaşma için bunun öğretilmesinin zorunlu olduğunu ilkokul yönetmenliğinde okudum.
Anneye “ Bak bacım, o söylediğin şeyi, bana değil, çocuklarına yap, yedir. Bana “ağız” yapmıyacağına söz verirsen tarlanın taşlarını toplatırım. Köyünüzdeki insanlara, karşılık bekliyerek yardım etmek, benin kişiliğime ve mesleğime uygun düşmez,dedim”. Bu şartla anlaştık. Kararlaştırdığımız bir gün çocukları okulun alt tarafına düşen tarlaya götürdüm. Çocuklara; “Kız çocuklar eteklerinde, erkek çocuklar da daha fazla taş toplamak için göğüslerinde taş toplamıyacak. Ancak avuç dolusu taş toplıyacaksınız, avuçlarınız dolunca öbekler oluşturacaksınız ve topladığınız taşları buralara bırakacaksınız, dedim”. Hiç kimse avucunun dolusundan fazla taş toplamadı.
Tam işe koyulmuştuk ki birinin bağırarak bize doğru geldiğini farkettim. Bazı çocuklara topladıkları taşları yere attırıyor, bana da “Senin bu çocuklara amelelik yaptırmaya hakkın yok, öğretmensen, öğretmenliğini bil. Yoksa sana bunun nasıl olduğunu öğretirim, diyor”, kızgın kızgın bağırıyordu. Yanıma iyice yaklaşınca sakin bir sesle ben, “ Bak efendi, bu saat benim görev saatim. Tüm çocuklardan mesaim bitinceye kadar ben sorumluyum. Benim görevime müdahale etme yetkisine ve hakkına sahip değilsin. Çocuklara yaptırdığım bu işi tarih ve saatiyle yazar rapor yaparsın, şahitlere ya da tüm heyete imzalatır, beni, kaymakama ve İlk Öğretim müdürlüğüne şikayet edersin. Şimdi burasını terk et ve hiç bir çocuğa tek söz söyleme. Bunları yapmazsan, senin hakkında, tutanak tutar hemen kaymakamlığa ve savcılığa görevime müdahale ettiğin için suç duyurusunda bulunurum, dedim.” Herhalde benden böyle bir tepki beklememiş olacak ki çok şaşırdı, arkasını dönüp homurdanarak uzaklaştı. Biz de işimize devam edip, bitirdik. Okula döndüğümüzde niçin böyle bir iş yaptığımızı, bunun ne demek olduğunu çocuklara anlattım.
Bir gün okulun üst kattaki holünün güneye bakan penceresinden, okulun bahçesine sınır olan mezarlığa bakıyordum. Mezarlığı çevreleyen taş örenlerin yol tarafındaki bazı yerleri yıkılmıştı. Yoldan geçen küçük ve büyük baş hayvanlar yıkılan yerlerden mezarlığa girip oradaki otları yiyorlardı. Tabii bu arada mezarların üstüne hem pisliyorlar, hem işiyorlardı. Bu, hiç de hoş bir görüntü değildi. Bu görüntünün bir daha oluşmamasının çaresini düşündüm.
Teneffüs bitmiş, çocuklar, merdivenden yukarıya çıkmaya başlamışlardı. Kapının yanında durdum, az önce dışarıya baktığım pencereye doğru yönlendirdim onları. Pencereden mezarlığa bakmalarını söyledim. Baktılar. Ben söyledikten sonra daha da merak ederek baktılar. Fakat, bu kadar merak etmelerine karşın yine de yol tarafındaki duvarın yıkılan yerlerini, mezarların üstlerindeki hayvan pisliklerini görmediler, farketmediler.
Sınıfa girdik. Tüm çocuklara mezarlıkta dikkatlerini çeken bir şey görüp, görmediklerini sordum. Dikkatlerini çekecek bir değişiklik görmediklerini söylediler. Bir sonraki teneffüste okulun bahçe duvarına sınır olan mezarlığa bir de buradan dikkatlice bakmalarını ve derse girince gördüklerini sınıfta anlatmalarını istedim. Teneffüse çıktıklarında tüm çocuklar mezarlığa sınır duvarın kenarına dizilmişlerdi, meraklı bakışlarla, mezarlığı araştırıyorlardı. Sınıfa girdiklerinde, mezarlıkta karıncalar, değişik renk ve şekillerde böcekleri gördüklerini anlattılar.
Çocuklara, mezarlığın ne olduğunu sordum. İçlerinden birkaç tanesi; İnsanların, öldükten sonra, cesetlerinin gömüldüğü yer, olarak tarif etti. Tam ve doğru açıklamaydı. Mezarlıkta gömülü olan ölüler kimler, diye bir soru daha yönelttim. Çocuklar, bu sorumu yanıtlamak için düşünmeğe başladı. Yine içlerinden birkaçı; Ataları, akrabaları olduğunu söyledi. Derslerimi de soru, yanıt metoduyla işlediğim için, verecekleri yanıtları önce düşünmeleri ve bu yanıtların mantıklı olması gerektiğini çok iyi biliyorlardı. Bu nedenle yanıtların mutlaka mantık süzgecinden geçirilmesi gerekiyordu. Ben, devamla, “ İnsanların, önce insanlara karşı saygılı olmalarının önemini anlattım. Daha sonra bu saygıyı çevresindeki tüm canlı ve cansız varlıklara tabiata da göstermesinin yararlı olduğunu, bu arada ölülerimize de saygısızlık yapmaya hakkımız olmadığını bir ders süresince anlattım. Beni dikkatle dinlediler. Sözün sonunu, mezarların üzerindeki hayvan pisliklerine getirdim. Bunun ölülerimize karşı yapılan saygısızlık olup olmadığını sorduğumda, sınıftaki her çocuk ne demek istediğimi ziyadesiyle anlamıştı.
Bundan sonra yapılacak iş çok basitti. Günlerden Çarşamba olduğu için öğleden sonra okul tatildi. Dört ve beşinci sınftaki erkek çocuklar, gönüllü olarak mezarlık duvarının yıkılan yerlerini tamire gelecekti. Herkes önce evine gidecek, yemeğini yiyecek, sonra abdest alıp kararlaştırılan saatte okulun bahçesinde buluşacak ve yıkılan duvarları tamir edecektik. Kadro tamamlanınca mezarlığa gittik. Duvarın önünde durduttum çocukları. Bilenler, bildikleri duayı okusun, dua bilmeyenler de diğerlerinin duaları bitinceye kadar “Besmele çeksinler” dedim. Dua işi bitince, tamir işine başladık.
Birileri, son zamanlarda gözünü üzerimden ayırmıyor, her davranışımı, her konuşmamı kontrol ediyordu. Köyde göreve başlıyalı neredeyse bir buçuk yıl olmuştu. Tabii bu davranıştan rahatsız oluyor, huzursuzluk çıkmasın diye sesimi çıkarmıyordum.
Yine o biri yalpalıya yalpalıya “ Çocukları oynatacak başka yer bulamadın mı? Çıkın oradan defolun,diye” naralar atarak bize doğru geliyordu. Yanımıza gelince, baktı, çocuklar onun söylediklerini umursamadan işlerine devam ediyorlardı. Bana dönüp “ Ne işleri var bu çocukların burada ? Niye bu çocukları topladın ?diye, soru yöneltti. Ben, “ niye bana soruyorsun ? Çocuklara sor, yanıtını versinler,dedim” Çocuklar da gerektiği şekilde yanıtladılar. Tekrar bana dönüp, “ Bu senin üstüne vazife mi ?, dedi. Yanıtıma şu sözlerle başladım. “ Bizde bir atalar sözü vardır. (Ağaç yaş iken eğilir) Zamanında seni eğitmemişler, öğretmemişler, bu yüzden şimdi sen böylesin. Halbuki bu çocukların, gelecekleri için eğitilmelerinin ve öğrenim görmelerinin tam zamanı. Ben de bunu yapıyorum. Siz, bakıyorsunuz, görmüyorsunuz. Görseniz de, yapmıyorsunuz. Biz yapıyorsak ses etmeyin bari! İstersen bize yardım edebilirsin, yardım etmiyeceksen lütfen bizim işimize engel olma! dedim, işimize devam ettik. Kendisine ilgi gösterilmeyince de yanımızdan ayrıldı.
Köyde, en ufak hareketlilikten herkes haberdar oluyordu. Tabii bunu da duymuştu köylüler. Ertesi gün Irazcanın sesi yankılanıyordu köyün içinde. Irazca, o birine gereken dersi veriyormuş!
HASİP TURAN