KUZU KAVURMA
1962-1963 öğretim yılının son günleriydi. O yıl beşinci sınıfı bitirenlerin diplomalarını vermiş, ertesi yıl için okula yeni başlayacak çocukların kayıt işlenlerini yapmıştım. Geriye, okulun demirbaş eşyalarının listesini ve okulun anahtarını muhtara teslim etmek kalıyordu. Resmen başlayacak yaz tatili için geri sayım başlamıştı. Mayıs ayının son haftasıydı.
Kuzular sütten kesilmiş, doğa yeşil urbalarını kuşanmış, havalar iyiden iyiye ısınmış, günler uzamıştı. Güneşli güzel bir günde iki köylü, beni uğurlamağa sütten kestikleri birer kuzuyla evime geldiler. Bana “ Hoca, bu kuzuları sana getirdik. Buyur, bu kuzular senin olsun, dediler”. Ben, “ Arkadaşlar, çok zahmet etmişsiniz, çok teşekkür ederim. Fakat üç, beş gün sonra ben uzun bir yaz tatili için memleketime gideceğim. Ben burada yokken kim bakacak bu kuzulara? dediğimde, “ Orasını biz düşünemedik, sen düşün! Dediler. İmdadıma ev sahibim Alduran yetişti. Benimle konuşurken ilk söylediği “Aboo hoca” yala söze başladı. “ Sen dert etme katarız (KOM’lardaki) sürülerin birine, sen dönünceye kadar semirir onlar, geldiğinde de ne yapacağına karar verirsin, dedi” Kuzuları, KOM’lardaki sürülere katmış.
Tatil dönüşümde Alduran, “Hoca, kuzularından biri öldü. Diğeri de koç gibi oldu maşallah, ne zaman istersen getiririz, dedi”. Kuzuyu ne yapacağımı hiç düşünmemiştim. Burada da imdadıma Milimci Mustafa arkadaş yetişti.
Bu arkadaş, Kemah’ta otelde ayni odada kaldığım, ilk tanıdığım Kardereliydi. Sakin, saygılı ve alçak gönüllü bir arkadaştı. Mustafa’ya milimci lakabı; marangoz olduğu için, işlerini itina göstererek, titizlikle ve ölçülerini milimetresine dikkat ederek almasından, yapmasından takılmış ! Temiz iş yaptığına ben de şahit olmuştum. Kitaplarım, odamda, üst üste konulmuş haldeydi. Birgün beni ziyarete geldiğinde “Hocam, sana bir kitaplık yapayım bundan sonra kitaplarını yapacağım kitaplığa koy, dedi” Uygun fiatla bana çok güzel ve sağlam bir kitaplık yaptı. Ben, bu kitaplığı Kardere’deki görevim bittikten sonra memleketime götürdüm. Üst kapağından, İzmir’deki evime bir mutfak masası yaptırdım, kitap konulan kısmını da kızkardeşim hala kullanmakta.
Milimci Mustafa arkadaş, “Hocam, kuzuyu falanca gün getirsinler. Ben, onu keser, temizler sana güzelce kavurma yaparım. Sen de afiyetle yersin, dedi.” Kuzuyu getirdiler. Gerçekten koç gibi olmuş. Milimci Mustafa arkadaş, kuzuyu kesti, yüzdü temizledi. Alduran’dan aldığımız hamur tahtasının üzerinde kavurmalık ölçülerde doğradı. Pompalı gaz ocağının üstünde yine Alduran’dan aldığımız kalaylanmış büyük bir bakır tencerenin içinde kavurduk. Pişince, tencerenin kapağını kapatıp, odamın bitişiğinde küçük bir kiler vardı, orada soğumaya bıraktık.
Kavurma nefisti, üstü üç parmak kalığında yağla kaplıydı. Bazen sabah kahvaltımı, sobamın üstünde ısıttığım tandır ekmeğimin arasına koyduğum kavurmalı dürümle yapardım. Bir yıl önceki et sıkıntım kavurma ile giderilmiş, yemeklerimi de kavurmayla yapmağa başlamıştım. Bir büyük tencere dolusu kavurma beni 1964 yılının yaz tatiline kadar idare etti. Keyfim yerindeydi. Bana, kuzu verenlerden de, kuzuya bakanlardan da, kavurma yapandan da Allah razı olsun!
HASİP TURAN
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder