Ne yapılabilir?
Nasıl yapılabilir?
Yapılmasını istediğim ve aklımdan geçirdiklerim için bu soruları sorarım kendi kendime. Ben köylülere, köylüler de bana ve şakalarıma alışmışlardı. Saygı sınırını aşmamak kaydıyla güler yüze ve samimiyete her zaman evet, laubaliliğin her türlüsüne hayır! Birbirimize karşı gösterdiğimiz güven ve saygı her şeyin üstündeydi.
Hatırlayabildiğim kadarıyla (adları, yanılmıyorsam) Hamdi, Mustafa olan, bunlara ilaveten adlarını hatırlayamadığım diğer arkadaşlarla köy odasında oturuyorduk. Ben, basık tavanlı, tek pencereli odanın tavanını, duvarlarını gözden geçiriyordum. Hamdi, “ Bize ziyafet vermeyi düşünüyorsan, burası müsaait ve yeterli öğretmen, dedi ” Ben, “He ya ! size kuru üzümle çay ziyafeti vermeyi düşünüyordum, deyince, Hamdi, “ Haydi arkadaşlar, hemen kaçalım buradan. Bu adamın ne kendi rahat duruyor, ne de yanındakileri rahat bırakıyor, diyerek şaka yaptı. Devamla “ Eeee! de bakalım, nereden çıktı şimdi bu kuru üzümle çay ziyafeti? diye bir soru yöneltti. Ben, “ Diyorumki, daha büyük, daha güzel ve daha aydınlık bir köy odası yapamaz mıyız acaba? dedim. Hamdi, “ Demedim mi ben size arkadaş! Haydi şimdi gel de buna, diyebilirsen “hayır” de” dedi. Uzun uzun gülüştük... Ne yapılması gerektiğini konuştuk. İşe duvarlar için taş kırmakla başlamağa karar verdik.
Neden olmasın?
Pazar günü azıklarımızı, balyoz, kazma, manivela, eski nal, keski ve çekiç gibi gereçleri hazırlayıp yola koyulduk. Gediktepe köyüne giden yol üzerinden sağa saptık. Bir kilise harabesinin yanından geçip “işte burası” dedikleri bir tepenin yamacına vardık. Önce, kazmayla bir yeri kazdık. Sonra, buradan çıkardığımız büyük kayaların belli yerlerine keskilerle çentikler açtık. Açtığımız çentiklere balyozlarla keskileri çaktık. Kaya parçalanmadıysa keskileri çıkarıp çentiklere su döktük, keskilerin her iki yanını eski nallarla destekleyerek kayalar parçalanıncaya kadar balyozlarla çakma işlemine devam ettik. Kayaları, belli kalınlıklarla plakalar halinde parçalamağa başladık. Yemek molası hariç, bütün gün çalıştık. Yaşamımda ilk kez böyle bir çalışma yapıyordum. Avuçlarım patlamış, kollarımda güç kalmamıştı. Akşama doğru köye dönerken yolda yürümekte bile zorluk çekiyordum. Fakat çok mutluydum, mutluyduk.
Tabii ziyafet için verdiğim sözü de yerine getirmeyi ihmal etmedim. Köy odasında; kuru üzümü avuç avuç ağzımıza doldururken, tavşan kanı, taze demli çaylarımızı yudumlarken, “Allah, kimseyi bu öğretmenin eline düşürmesin!” “Bu kadar insanı bütün gün bedavaya çalıştırdı !” “ Gitsen de kurtulsak, senden!” gibi şakalaşmaların ardı arkası kesilmiyordu. Bu grubun sohbetine katılan diğer köylüler, olup bitenden habersiz oldukları için, konuşulanları büyük bir şaşkınlıkla dinliyorlardı.
Sahi, ben köyden ayrıldıktan sonra, köye, hayal ettiğim o “KÖY ODASI” yapılmış mıydı?
Not: Bu fotoğraflar, bu anımla ilgili olanlardır.
HASİP TURAN
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder