IRAZCA'NIN ÇARESİZLİĞİ
Kapımın sert sert çalınmasıyla uyandım. Yatağımdan fırladım kapıyı açtım. Köyde, Irazca diye tanınan benim de tanıdığım zaman zaman ayak üstü sohbet ettiğim, tüm köy halkı tarafından saygı gören yaşlı nine, telaşlı ve üzüntüden kısılmış sesiyle “Hadi öğretmen, çabuk çabuk gel! Torunumun ayağına bir çaydanlık kaynar su döküldü. Gel de şuna bir bakıver. Acele et emme!” Kendime gelmem için yüzüme bir, iki avuç su serptim giyindim evden çıktım. Beraberce ivedi adımlarla Irazca’nın evine doğru yürümeye başladık. Beli bükülmüş yaşlı nine, torununun çektiği acı karşısında o anda beli dikleşmiş ve gençlerden daha hızlı adımlarla yürüyordu. Yolda giderken kazanın oluşunu anlatıyordu bana. Dört, beş yaşlarındaki erkek torunu işgüzarlık yapmağa kalkışmış. Sobanın üzerinde duran içi sıcak su dolu çaydanlığı alıp, demlikte çay demlemek istemiş. Sobanın kenarına getirdiği çaydanlığın sıcak kulpu elini yakınca bırakmış. Bıraktığı yerde dengesi bozulan çaydanlık, düşerken içindeki kaynar su da olduğu gibi ayağının üstüne boşalış. Bu durumu en son anda gören nine, kazayı önleyememiş. Ayağı yanan torunu feryada başlayınca, hemen onun ayağındaki yün çorabı çıkarmış. Yün çorabı çıkarırken, kaynar suda haşlanan ayağının üst derisi de yüzülerek çorapla beraber çıkmış. Odaya girdiğimde, çorap koncunun yüksekliğinde ayak bileğinin üst tarafının derisi yüzülmüş kızıl etleri ortaya çıkmış kanayan bir yanık yarasıyla karşılaştım. Bu durumda ben de ne yapacağımı bilmiyordum. “Sakın yaraya dokunmayın ve hiç bir şey yapmayın. Ben şimdi karakola gidip oradan doktora telefon edeceğim. Durumu ona anlatacağım, onun vereceği tavsiyeye göre ne yapılması gerekiyorsa onu yapacağım” dedim ve koşarak karakola gittim. Durumu doktora anlattım, tavsiyelerini aldım, eve geri döndüm ve onun söylediklerini aynen tatbik ettim.
Kemah’taki doktorla aramızda yakın ve samimi bir dostluk olduğunu bir anımda yazmıştım. Kazaya indiğimde doktor, Köy halkının kullanması için ilaç firmalarının kendisine bıraktığı satılması yasak eşantiyon ilaçlardan verirdi. Bunlardan başka ben de kendi paramla aldığım sargı bezi, tentirdiyot, aspirin, gripin, alkol, merhem gibi basit tıbbi malzemeleri evimde her zaman hazır bulundururdum. Ufak yaralanmalarda, grip,soğuk algınlığı, baş ağrısı gibi şikayetlerle bana gelenlere verirdim. Bunların haricinde ve başka şikayetleri olanların şikayetlerini tam olarak önce doktora bildirir, bana verdiği ilaçlarda bu hastalıkların tedavisinde kullanılanlar varsa verirdim. Yoksa, Kemah’a gittiğimde ya kendim getirir ya da gidenlerle getirtirdim. Bu hizmetlerimin karşılığını zaten bana köylüler ziyadesiyle geri veriyorlardı. Aklımdan da öyle bir şey geçirmiyordum.
Uzun, itinalı bir tedavi ve temizliğe çok önem vererek yaptığım düzenli pansumanlardan sonra çocuğun ayağını eski sıhhatli haline kavuşturdum. Tabii ayağındaki kasların hareketsizlik ve yaralanmadan dolayı sakatlanmaması için de her ne kadar ağrılı acılı olsa da egsersizler yaptırıyordum. Bu arada canı yanan ufaklığın galiz küfürlerine de hedef oluyordum. Ben ve Irazca onun bu küfürlerine güldükçe o da küfürlerini arttırıyordu.
HASİP TURAN
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder