GOOOOOL !
Bin dokuz yüz altmış dört yılının ilkbahar mevsiminin ilk aylarıydı. Karlar erimiş akşamları üşütücü serinlik olsa da havalar ısınmağa, günler uzamağa başlamıştı. Hatta öğleden sonraları bazen güneşin kavurucu sıcağından korunmak için gölge yerler aranıyordu. Yine bir ay başıydı. Kemah’taki mutemedimden aylığımı alıp, Erzincan’a geçmiştim. Bir dükkanın önünden geçerken gözüme toplar ilişti. Durdum, buradan bir top alıp köye götüreyim, çocuklar oynasınlar diye düşündüm. Hiç tereddüt etmeden, dükkana girdim, bir top alıp çıktım.
Köye geldiğimde topu okula götürdüm. Çocuklara gösterip “ Bakın çocuklar size top getirdim. Teneffüslerde ve ders bitiminde bu topla oynayabilirsiniz” dedim. Pek az sayıda çocuk sevinçli tepki gösterdi. Tepki gösteren bu çocukların sevinmelerini diğerleri tuhaf karşıladı. Tepkisiz kalan çocuklar belliki o yaşlarına kadar ya topla oynamamışlar ya da topları olmamıştı. Teneffüste topu ortaya attım. Büyük, küçük kızlı erkekli tüm çocuklar topun peşinden koşmağa başladılar. Bazısı ayakla vuruyor, bazısı eliyle tutup gelişi güzel oraya buraya atıyordu. Teneffüste topla oynamaktan çok hoşlanmışlardı.
Öğleden sonra ders bitince oyuna devam ettiler. Erkekler, kızları oyuna dahil etmediler, kendi aralarında iki takım kurup futbol maçı yapmağa başladılar. Kalelerin sınırlarını her zaman olduğu gibi birer taş koyarak belirlediler. Bir saat kadar oynadıktan sonra topu aldım evime gittim. Ertesi ve daha sonraki bir kaç gün coşkuyla top oynamağa devam ettiler. Hem hoşlanmışlardı top oynamaktan hem de alışmışlardı. Fakat bu sefer kız çocukları şikayete başladılar “ Öğretmenim, neden hep oğlanlar oynuyor da biz oynamıyoruz, topla oynamak yalnız onların hakkı mı ? Biz de oynamak istiyoruz “ diye itirazlarını dile getirdiler. Doğruydu, haklıydılar.
Teneffüs bitip sınıfa girince “ Bundan böyle bir teneffüste yalnız kızlar, diğer teneffüste de yalnız erkekler oynayacak topla” dedim. Benim böyle bir karar almamdan erkek çocuklar pek memnun olmadılar, kızlarsa sevindiler. Topla oynama sırası kızlardayken erkekler onların oyunlarını bozuyor, topa hakim oluyorlardı. Bu nedenle aralarında itişip kakışıyorlardı. Topu ellerinden aldım. Çocukları topladım, onlara kısaca şu öğütü verdim. “ Kendine söylenmesini istemediğin sözleri başkalarına söylemeyeceksiniz, kendine karşı yapılan hoş ve uygun bulmadığın davranışları başkalarına yapmıyacaksınız. Karşınızdakine hangi durumda olursa olsun, kız, erkek, güçlü, güçsüz şiddet kullanmıyacaksınız ve küfretmiyeceksiniz. Ben, ancak şiddet kullananları görür ve küfredenleri duyarsam cezalandıracağım. Bana da şikayete gelinmiyecek” dedim. Ne demek istediğimi tüm çocuklar anlamıştı.
Genellikle erkek çocuklar, kızlar topla oynarken oyunlarını bozuyor, topu onlardan alıyorlardı. Şikayet etmek yasak olduğu için bana da gelemiyorlardı. Bu sefer de kızlar, erkeklerin kendilerine yaptığını onlara yapmağa, topu almağa başladılar. Kızlardan topu almak için zor kullanamıyacaklarına ve küfür edemiyeceklerine göre anlaşmaktan, birbirlerinin hakkına saygı göstermekten başka çözüm yolu kalmıyordu. Öyle de yaptılar. Hatta, içlerinden biri karşı tarafa haksızlık yapacak olursa onu dışlıyorlardı. Böylelikle zor kullanmadan küfretmeden kendi aralarında anlaşarak bu sorunun çözümünü buldular. Onlar memnun, ben memnun.
Öğleden sonra yapılan futbol maçlarına okul dışından bazı gençler de katılmağa başladı. Ancak büyük bir sorunumuz vardı. Okulun bahçesi çukurlu, tümsekliydi. Bu nedenle, çukur ve tümseklerde top, tahmin edilenden daha değişik yönlere gidiyordu. Çukurların doldurulması, tümseklerin kazılarak sahanın düzeltimesi gerekiyordu. Bunun için okul bitiminde bir saat saha düzeltme çalışması yapıyor, kazılan ve doldurulan yerlerdeki yumuşak toprak top oynanırken çiğnenerek sıkıştırılmış oluyordu.
Oyunun kuralları çok katıydı. Daha doğrusu keyfi, tarafları gözeten kurallarla oyun oynanıyor, kuralsızlıklar kuralı uygulanıyordu. Kim uyguluyordu bu kuralı? Maçı yöneten hakem. Hakem kimdi ? Tabii ki öğretmen, ben yani! Neydi bu kurallar ; iyi oynayanlar ve büyükler hiç bir zaman ayni takımda oynayamaz; oyunculara tekme atanlar, ittirenler, küfredenler, hakeme itiraz edenler derhal oyun dışı edilirler.
Neden bu kuralsızlık kuralları uygulanıyordu? İyi oynayanlar ve büyükler bir takımda toplanırlarsa, onların devamlı galip gelmeleri karşı tarafın moralini bozacağı ve motivasyonu etkileyeceği için böyle bir uygulama yapılamazdı! Tekme atmakla karşı taraf oyuncusu yaralanabilir ya da sakatlanabilirdi. Yasak! İttirilerek düşürülen bir oyuncu yaralanabilir, küfüredilirse; çok ayıp, sportif bir davranış olmadığı için bunlar da yasak !
Hiç affı olmayan en katı kural da hakemin verdiği karara itiraz etmekti!!! Ne demiştik? Tarafları gözetecekti(!). Tarafları gözetmek, skor farkını dengelemekti, bu farkı en aza indirmek demekti. Skor farkı bir tarafın lehineyse ve yükseliyorsa, bunu önlemek için her tür işlemi uygulamakta hakem serbestti! Yani, gol ofsattı, sayılmaz! Kale taşının üstünden geçti, sayılmaz! A-takımı skor farkının sınırını aşmağa başlamış, olmaz! B-takımı da gol atmalı, bunun için bir neden gerek. Örneğin A-takımının bir oyuncusu, B’nin sahasında topa elle müdahale etti ya da hakem öyle görmek istedi ve gördü. A- takımına penaltı cezası, gol oluncaya kadar şut tekrarı. Hakeme itiraz mı? Allah korusun! Herhalde sen oyundan atılmak istiyorsun ! Karşılaşmalar ya beraberlikle ya da maksimum 1,2 faklı galibiyetlerle bitiriliyordu. Herkes mutlu, herkes memnunhayatından!
Bu kuralsızlıklar kuralıyla yapılan maçlar çok zevkli, çok keyifli geçiyordu. Takımların eşit sayıda oyuncularla sahaya(!)çıkmaları önemli değildi. Bir, iki oyuncu eksik ya da fazla olabilirdi. Kalecilerden başka oyuncuların, oynayacakları yer de belli değildi. Top nereye giderse oyuncular da o tarafa koşuyorlardı. Top, çukur ya da tümseğe çarpıp falso yaparak tahmin edilen tarafa değil de bir başka yöne doğru giderse, o tarafa doğru koşanlar, ya yönlerini değiştiremiyorlar ya da kendilerini frenleyemeyip bir birlerinin üzerine yıkılıyorlardı. Bu da seyircileri çok eğlendiriyordu.
Maçlar başladıktan bir kaç gün sonra anneler “Ögretmen bir top attın ortaya çocuklar eve gelmez, damları temizlemez, hayvanları suya götürmez oldular” diyerek, alaylı gülümsemelerle şikayetlerini arttırdı. Ben de onlara “ Siz, bütün gün ne yapıyorsunuz ? Çocuklar okuldayken o işleri siz yapın, sonra da gelin maç seyredin” derdim.
Benim bu sözümü dinlemiş olacaklar ki gün geçtikçe seyirci sayımız arttı. Üstelik büyük bir heyecanla oyunculara tezahürat yapıyor, alkışlıyorlardı. Hele gol atılınca tezahürat bir kat daha artıyordu. Amma golün hangi kaleye atıldığı önemli değildi tezahürat için. Yeterki gol atılmış olsun. Sonraları bunun farkına fardılar, çocukları hangi tarafta oynuyorlarsa o tarafa tezahürat yapmağa başladılar. Tuttukları taraf gol atınca coşkuları bir kat daha artıyordu. Gol yiyen takımın taraftarları da üzülüyor, sessizleşiyordu.
Gooooooooooool, çığlıkları köyün içinde yankılandıkça yaşlılar telaşlanıp, komşularına merakla ne olduğunu sorarlarmış. Komşuları da “Öğretmen çocuklara top oynatıyormuş, onlar da gol yapıyormuş” diye açıklama yaparlarmış. Fakat, nedense yaşlılar ögretmen- top- gol yapmak arasında bir bağlantı kuramıyorlarmış. “Biz öğretmeni akıllı biri zannederdik meğer delinin biriymiş” diye yorum yaparlarmış. Ben yaşlıların bu yorumlarını duydukça çok zevk alır, keyiflenirdim. Çok merak eden bazı yaşlılar da gelip maçları seyretmiş. Bir sürü çocuğun bir yuvarlak arkasından bir o yana bir bu yana koşuşturmalarına anlam verememişler. Bu öğretmenin lafına uyup o yuvarlağın arkasından deli gibi koşmanın ne alemi var. Koşmak istiyorsanız, işte yol, bayır koşun koşabildiğiniz kadar” derlermiş. Onlar ne derlerse desinler. Köyde GOOOOOOOOOL çığlıkları yankılandı günlerce...
Hasip TURAN
Fotoğraf: Okul bahçesinin Futbol sahası (!!!) haline getirmek için yapılan kazı çalışmaları.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder