10 Ocak 2011 Pazartesi

Yeri Dinlemek ! / Hasip TURAN



1962 - 1964 YILLARI ARASINDA KARDERE'DE GÖREV YAPAN
ÖĞRETMEN HASİP TURAN'IN ANILARI


YERİ DİNLEMEK

27 Mayıs 1960'taki Askeri Darbeden sonra çıkarılan bir yasayla, lise ve dengi okullardan mezun olanlar askerlik görevlerini yedek subay öğretmen olarak yapacaklardı. Bu yasaya göre: Ben ve benim gibi olanlar ilkokullarda iki ders yılı öğretmenlik yapacak, ikinci ders yılı bitiminde de üç ay süreyle askeri eğitim görecekti.

Erzincan'ın merkez ve ilçelerine bağlı köylerde askerliğini yedek subay öğretmen olarak yapacak grubumuz, 1962 yılı haziran ayının başından ağustos'un son haftasına kadar, eğitim müfettişlerinin verdiği, pedegojik, didaktik ve idari kurslardan geçti.

Eylül ayının başında da görevlendirildiğimiz yerlere, askeri cemselerle dağıtımımız yapıldı. Benim görev yerim Erzincan ilinin Kemah ilçesine bağlı Kardere (Yukarı İhtik) köyüydü. Dağıtımın yapılacağı gün sabah'ın erken bir saatinde Erzincan Askerlik Şubesinin önünde bekletilen cemselere bindirildik. Ben, Erzincan-Kemah güzergahında dağıtım yapacak cemseye bindirildim. Kemah'a gelinceye kadar görev yerleri yolumuzun üstünde olan tüm arkadaşları bıraktık. Cemse de en sona kalan bendim. İkindi vaktine doğru Refahiye-Kemah karayolunun Karasu üzerindeki köprüden Kemah'a giriş yaparken birine otel sorduk. Onun tarif ettiği şekilde yolumuza devam ettik, dediği oteli bulduk.

Valizimi, çantamı alıp cemse'den indim. Beni getiren askerlerle vedalaştım. Cemse hareket ettikten sonra karşımda; bir iskemleye oturmuş, bir iskemleye ayaklarını uzatmış, üçüncüsünü de sağ koltuğunun altına destek yapmış, sıcaktan bunalmış, çatık kaşlı, asık suratlı, esmer tenli aşina bir yüzle karşılaştım. Bu, beş altı yıl önce Bergama'da Jandarma karakol komutanlığı yapan; eniştemin çok samimi arkadaşı; beni ve ailemi tanıyan Ahmet Başçavuş'tu. Bu, hiç beklenmedik bir rastlantıydı.

Onu görür görmez:

-Merhaba Ahmet Ağabey! Nasılsın? Seninle burada karşılaşacağımı hiç düşünmezdim.

Ahmet Ağabey kaşlarını biraz daha çatıp sert bir ses tonuyla:

- Kimsin sen? Beni nereden tanıyorsun?

Ben, Hasip. Bergamalı. Zabıt katibi Nail Dolgun'un kayınbiraderiyim.

Üç beş saniye düşündükten sonra; çatık kaşların, sert sesin yerini; güler yüz, yumuşak bir ses tonu aldı. Yerinden doğrulup işgal ettiği iskemlelerden birini bana göstererek,

- Gel otur, hoş geldin! Vallahi sen, beni tanımasaydın, ben seni tanıyamazdım. Ne işin var buralarda?

- Ben de senin gibi görev gereği buradayım, dedim, olayı kısaca özetledim.

- Konuşma devam ederken, arkamdan birine eliyle "gel" işareti yaptı.

Yanımıza gelen, elli yaşlarındaki bu adama:

... Efendi bize iki çay getir. Haa! Bak bu delikanlı sizin köyün yeni öğretmeni.

Kahveci ... Efendi, beni şöyle bir süzdü. Yorgun bir sesle, kısaca "Hoş Geldin" dedi. Ismarlanan çayları getirmek içim yanımızdan ayrılırken başını sallayarak iki basamaklı kahvenin kapısından içeriye girdi.

Az önce sıcaktan mayışmış, asık suratlı karakol komutanının, öğretmeniniz dediği delikanlıyla hemen senli benli, neşeli sohbeti bu kahveci amcanın tuhafına gitmiş, onu şaşırtmıştı.

Kahveci amca çaylarımızı getirdiğinde Ahmet Ağabey:

- ... Efendi ben buraya tayin edilmeden önce Bergama'da görevliydim. Bu delikanlının ailesini tanırım. Eniştesi benim çok samimi arkadaşımdı. Yıllar sonra, bu delikanlıyla burada karşılaşmak varmış kaderimizde.

Bu açıklama kahveci amcanın merakını gidermeğe, yüzünü güldürmeğe yetmişti.

Çaylarımızı içtikten sonra Ahmet Ağabey:

- Gel, seni ihtiyaçlarını karşılayabileceğin alış veriş yapabileceğin bazı esnaflarla tanıştırayım, dedi. Kalktık.

Önce; yemek yiyebileceğim lokantacıyla sonra diğer esnaflarla tanıştırdı. Kemah'a gelişimin ilk gününde ve saatinde beklenmedik bu karşılama benim için iyi bir başlangıç oldu.

Kardereli kahveci amca iki katlı bu binanın zeminini kahvehane, arka tarafını köylerden gelenlerin hayvanlarını barındırdığı ahır, üst katını da otel, olarak işletiyormuş. (tabii bunu daha sonra öğrendim.) O akşam için üst kattaki iki tek yataklı ve balkonlu odayı bana ayırmış bu amca. Akşama doğru köyden yeni gelmiş Milimci lakabıyla tanınan Mustafa'yla tanıştım. Onunla bu odayı paylaşacaktım.

Milimci Mustafa'yla gecenin çok geç vaktine kadar sohbet ettik. Her ikimiz de yol yorgunuyduk, üstelik her ikimizin de uykusunun geldiği sık sık esnememizden belli oluyordu. Fakat, ikimiz de birbirimize yatıp uyumayı teklif edemiyorduk. Ben ayıp olmasın, o da öğretmene karşı saygısızlık olmasın diye yataklarımıza giremiyorduk. Bu arada Mustafa "Yeri dinleyek mi, öğretmen?" tümcesini sık sık tekrarlamağa başladı. Ben, bu sözlerin ne anlama geldiğini bilmediğim için "Ne gerek var. Bak ne güzel sohbet ediyoruz. Sen, bana köyünüzü anlatmağa devam et, diyordum."  Ona bunu söylerken, içimden de "Yatsak ne iyi olur" diye geçiriyordum. Bir müddet sonra Mustafa dayanamadı. "Kusura bakma öğretmen, ben yeri dinleyeceğim" dedi ve yatağa girdi. Önce şaşkınlık geçirdim. Yeri dinlemenin yatmak anlamında kullanıldığını anladığımda vakit kaybetmeden ben de hemen yatağıma girdim!

Bütün gece deliksiz bir uykudan sonra sabahın erken saatinde dinlenmiş olarak uyandık.

Kemah'ta bir iki gün kaldıktan sonra köye gittim.

Köyde göreve başladıktan bir müddet sonra bakkal Aziz'den "BILDIR-geçen yıl" "LÖVLEZ-kuru fasulye" ve "AKBUN-hayvan tersi/gübre" gibi pek çok yerel sözcükleri ve bunların günümüz Türkçesindeki karşılıklarını öğrendim.

Hasip TURAN

Not: Fotoğrafta 1962 yılı Kemah'ı gözükmektedir.

Hiç yorum yok:

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...